Elazığ’ın beşkardeşler Mahallesi’ndeki evimizde dünyaya gelmişim. Babam o dönem Keban’da ortaokul müdürüymüş. Yollar kardan kapalıymış beni görmeye ancak 3 gün sonra Elazığ’a gelebilmiş. Fakat telefonla bir oğlunun dünyaya geldiğini haber alır almaz cebindeki sınırlı kısıtlı öğretmen maaşından ne varsa hepsini Kebanlı çocuklara sevinçle dağıtmış.
Çocukluğum ilk gençlik yıllarım Şehirden şehire ilden ile gezmekle geçti. Memur çocukları ne dediğimi çok iyi anlar.
...Elazığ’ın beşkardeşler Mahallesi’ndeki evimizde dünyaya gelmişim. Babam o dönem Keban’da ortaokul müdürüymüş. Yollar kardan kapalıymış beni görmeye ancak 3 gün sonra Elazığ’a gelebilmiş. Fakat telefonla bir oğlunun dünyaya geldiğini haber alır almaz cebindeki sınırlı kısıtlı öğretmen maaşından ne varsa hepsini Kebanlı çocuklara sevinçle dağıtmış.
Çocukluğum ilk gençlik yıllarım Şehirden şehire ilden ile gezmekle geçti. Memur çocukları ne dediğimi çok iyi anlar.
Örneğin ben ilkokul 2 sınıfı sadece 2 sınıfı 3 ayrı şehirde okudum. Çünkü babam çok başarılı bir eğitim yöneticisi eğitim bilimci ve bürokrattı. Türkiye'nin en genç milli eğitim müdürü olarak 1965 yılında Amasya’da görevlendirildiğinde ben henüz ilkokula başlamamıştım. Daha sonra hızla yükseldi biz neredeyse her sene bir başka şehirde yaşar hale geldik. Çocukluğum Elazığ'da başladı. Keban’da Pertek'te ve Tunceli’de devam etti. Babam Necip Güngör Kısaparmak Tunceli İlköğretim Okulu'nun kurucu ilk müdürüdür. Annem de ilkokul öğretmenidir. Tunceli'den sonra tekrar Elazığ'a geldik. Ben ilkokul Elazığ'da başladım. Namık Kemal İlkokulu'nda eğitim hayatım başladı. Fakat aynı yıl yine tayinimiz çıktı. Annemin babamın tayini çıktı ve Edirne'ye taşındık. Edirne'den sonra kısa süreli bir İstanbul ardından Ankara yıllarım var. İlkokulu ortaokulu ve liseyi Ankara'da bitirdim. Üniversite sınavlarında Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler fakültesine kazandım. Bir yıl orada okuduktan sonra idealim olan hukuk fakültesinde okuyabilmek için sınavlara tekrar girdim. Şükürler olsun İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi kazandım ve kaydoldum. Babam çok erken yaşta ağır bir hastalığa yakalandı. Çok erken yitirdik. 51 yaşında maddeten sadece maddeten aramızdan dünyamızdan ayrıldı. O benim sadece Babam değildi. Hocamdı, ustamdı, dostumdu, sırdaşımdı kişiliğimin mimarıydı. Onu kaybettikten sonra derin bir boşluk saplandı yüreğime. Kendimi müzik okuyarak terapi uyguladım. Yani sazımla dertleştim bağlamamla söyleştim. Bu dertleşme ve sözleşme seanslarında teybimin kaydettiği şeylere daha sonra aranjörler beste dediler. O besteleri çoğu türkü formundaki o besteleri Türkiye’nin 80’li yıllarında büyük işlere imza atmış çok önemli müzisyenler ve ses sanatçıları albümlerine taşıdılar. Bir gün kendi adıma da stüdyoya girdim. 1987 yılıydı Kilim Nazlı Bebe Adlı ilk albümünün ilk versiyonunu Yaradan Aşkına Adıyla piyasaya sunduk. Maalesef Anlaşılması ve satılması için üç sene beklememiz gerekti. 1989’un sonlarında Kilim Nazlı Bebe adı ile ikinci versiyonu olan Yaradan Aşkına albümünün müzik listelerinde bir ihtilal gibi patladı. O yıllar içerisinde TRT'ye çıkamıyorum. TRT denetim kurulunda yasaklı gibi vize alamadığım yıllarda kayıp yıllarında ben de besteleri kayıtlarımı dönemin ikinci ekranı olarak gördüğüm Türkiye polis radyosuna götürmüştüm. Onların da bir denetimi vardı. O denetimden 4 eserim geçmişti. Bu 4 eserin arasında Kilim’de vardı. Adeta yeraltı suları misali damlaya damlaya birike birike çoğala çoğala bir potansiyel oluşmaya başlamıştı. Ben cumartesi gecesi ekrana gelmiştim. Pazartesi günü Unkapanı'nda gerçekten bir devrim vardı. Bağlı bulunduğum o zamanki ifade ile plak şirketinin önünde toptancıların kuyrukları sabahın ilk saatlerinde ilk ışıklarında oluşmaya başlamıştı.
Üç yılda 3500 tane satan albüm sonraki aylarda milyonlu rakamlara ulaştı. O dönemde ikinci albümün Yarına Kaç Var Bekle Küçüğünü piyasaya sunulmuştu. Belki de Unkapanı ilk defa bir sanatçının iki albümünün birbiriyle yarıştığına tanıklık ediyordu. Şiirler yazmaya devam ettim. Naçizane besteler yapmaya devam ettim. Derken Karadut şarkısının bulunduğu Cemre Düşünce albümü oluştu. Ardından Portakal Çiçeği derken 18 albüm ürettim kendi adıma. Sadece halk konserleri verdim. Bir memur çocuğu olarak gazinoların kapısından giremeyen insanlara seslenmeyi çok isteyen bir memur çocuğu olarak sadece halk konserleri verdim. Bunum manevi durumunu kelimelerle anlatmam kolay değil. İşimin gereği Antarktika hariç dünyanın bütün kıtalarında sahne aldım. Türkiye'de adım atmadığım bölge yöre neredeyse kalmadı. Konserlerimle albümlerimle çok şükür milyonlarca dinleyenime kardeşime dostuma ulaşma imkânım oldu. Unkapanı ile tanışmadan önceki dönemimde başta Varlık olmak üzere çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinde şiirlerim röportajlarım araştırmalarım yayınlanmıştı. Aslında belki de Edebiyatçı veya gazeteci olmayı düşünüyordum. İnanın bugün bulunduğum konumu sahip olduğumuz icra ettiğim mesleği hayatımın hiçbir döneminde hayal etmedim düşlemedim arzulamadım. Özellikle sahne sanatçılığı Aklımın Ucundan bile geçmiş bir şey değil. Ama insanların kader çizgisi onları bir şekilde hayatın içinde bir yerlere itiyor sürüklüyor getiriyor.
Eşimle Şebnem Kısaparmak’la birlikte şiirler yazdık. Besteler yaptık, şarkılar söyledik. Televizyon programları hazırladık ve sunduk. Ailemden yani annemden babamdan eşimden çocuklarımdan Ozan’dan ve Kaan’dan akrabalarımdan arkadaşlarımdan dostlarımdan her zaman büyük destek aldım. Onlar hep yanımda oldular. Aslında siz beni tanımadan önce ben sizi tanıyordum. Siz beni yüreğinize almadan önce ben sizi gerçekten çok ama çok seviyordum. Benden kilim olmamı istediniz ben de geldim yüreğimi ayaklarınızın altında serdim hepsi bu. Ben Yaptım diyebileceğim hiçbir şey yok aslında hayatımda. Ben sözcüğünü çok dikkati kullanmamız lazım geldiğini düşünüyorum. Bir büyük planın uygulayıcılarından biri olduğumu düşünüyorum. Ve buna da Kader çizgisi diyorum. Bu manada haddimi hep bildim, bilmeye çalıştım. Ne oldum değil ne olacağım duygusuyla ve bilgisiyle yaşamaya özen gösterdim. Bir kırık çizgide yürüme uğraşı içinde oldum. Türkiye eğer Fatih Kısaparmak’ı sevdiyse müziğinden önce daha da öte önce kişiliği ile bir kimliği ile yüreğine koymuştur. Bundandır diye düşünüyorum. Bizim oğlumuz bizim kardeşimiz bizim abimiz mantığıyla sevmiştir diye düşünüyorum. Zaman zaman kardan adam şöhretler de üretilmekte. Çabuk eriyorlar maalesef. Kelebek ömürlü oluyorlar. Ama bizim tırnaklarımız kan içinde kazıya kazıya geldik. Sadece halkın ve Hakk'ın huzurunda ezilerek geldik. Haddimizi biliyoruz kimsenin kimseden farkı yok. Sonuçta dünya gezegeninde beşikle tabut arasındaki serüvenimizde iyi insan olmak iyi izler bırakabilmek için yaşıyoruz. Sorumluluklarımız var Kimimiz Kaptan bu gemide Kimimiz Tayfa Kimimiz Miço Hepimizin farklı görevleri var. Farklı ödevlerimiz ve sorumluluklarımız var Ve tabii ki yükümlülüklerimiz var. Sonuçta hepimiz aynı geminin içindeyiz. Dev bir kaseye bir tutam tuz olmaya çalışıyoruz hepsi bu. Tanrının Rabbimin bana emaneti olan sesime ve lütfedip mikrofona hep saygı duydum. Bunların bir emanet olduğunu biliyorum. Bunların sorumluluğunu taşımaya çalışarak yaşadım.
Hoş bir seda bırakabilmek değil mi amacımız. Hepimiz faniyiz ölümlüyüz hepimizin gideceğimiz yer aynı yer. Para pul şöhret şan makam mevki falan bunların hepsi bir kirli gömlek gibi çıkartılıp atılası şeyler. Beni çok sevdiniz hak etmediğimi layık olmadığını düşündüğüm oranda yüreğimizde yaşattınız. Ama bilin ki ben de sizi çok sevdim. Hatta ben sevmeyi sevdim. Ben de pişmek için yanmaya geldim sen bensin Ben senim insan kardeşim. Sevgi yangınında sönmeye geldik. Sen varsın ben senim insan kardeşim. Siz beni anladınız ben de sizi anladım. Sizi çok sevdim unutmayın sizi çok sevdim.